30 Ocak 2011 Pazar

Umutlar, Bitişler, Başlangıçlar...

O'nun bana açıklayacağı şey pek de önemli bir şey değilmiş meğer... Sıradan gevelemeler.. Oysa ki o heyecanla nasıl da kalbimi götümden çıkartacak kadar çevik bir hareketle yanına varmıştım. Bıdır bıdır konuştu. Böyle iyisin, şöyle kötüsün falan fıstık. E bebeğim biliyoruz bunları zaten. Neyse ben arkasından bakarken siktirdi gitti ayıptır söylemesi. Uzun zaman uğraşmıştım onun için şimdi gidiyordu. Bense boynuzlarımla, hayallerimin en siktiriboktan bölümleriyle baş başa kalıyordum.
Eve gittim. Yatağımın kenarına oturdum. Teker teker hayallerden eledim onu. Kafamdan ne kadar plan yaparsam yapayım uygulamayacağımı biliyordum o yüzden tenezzül bile etmedim. Nietzsche'nin şu umutla ilgili en sevdiğim sözünü düşündüm "umut sadece işkenceyi uzatır." Bence de öyleydi. O zaman kaldığım yerden devam etmeliydim. Tabi ki ilk ay hiç bir şey beklediğim gibi olmadı. Her şarkıda kızlara sarılıp bak bu bizim şarkımızdı. Böhöhöü diye ağladım. Bu merdivenlerden onunla inmiştik. Şurda şunu burda bunu yapmıştık diye etrafımdakilerin beynini siktim çok uzun süre. sonra yavaştan yavaştan siktirdi gitti aklımdan. ve ben yeniden başladım. yeniden doğmak bence insan yaşarken olurdu. öyle yaptım. başka adam mı kalmadı amunagoyym dedim yürüdüm gittim. ve şu an bu konuda bir daha yazmamaya karar verdim. çok iyi yaptım. seviyorum kendimi.

27 Ocak 2011 Perşembe

O.Çocuk. - yanlış anlaşılmasın-

O.Çocuk, kısaca O.Ç (lütfen başka anlamlar çıkarmayın.) yine her zaman ki gibi kayıtsızca bir yüzüme bir de sigarasına bakıyordu. Aramızda bir tercih yaparmışçasına inceliyordu ikimizi de. sonra sigarasını seçiyor ve ondan derin bir nefes çekiyordu. Bense ağzından çıkacak herhangi bir kelimeyi, mırıldanmayı kaçırmamak için pür dikkat ona bakıyor, dudaklarını inceliyordum. Dumanı üflemesiyle dağılıyordu dikkatim. gözlerine bakıyordum, ben çok şey görüyordum o an. ilk günlerdeki gözlerinin ışıltısını, beraber attığımız kahkahaları. beraber kahkaha atarken kafalarımızın sık sık birbirine vurmasını. o ise her seferinde gözlerini kaçırıyordu. ben sabırsızlanıyordum. sonunda bir şey söylemek istercesine kıpırdandı. 


Güneş batmak üzereydi, bir şeyler söylese artık iyi olacaktı. her zaman buluştuğumuz bu iskelede ne zamandır bulunduğumuzun farkında değildim. o susmaya karar verdikçe ben de izmirin karşıyakasından karşı tarafa bakıyor, martıları gözlerimle takip ediyordum. o sigarasınu suya attı, dalgaların onu götürmesini izledi. sonra bana döndü. ağzından çıkan tek kelime "kalkalım mı" oldu. 
Ulan mal! Zaten bir şey konuşmamışız, geldiğimizden beri benim paketten 10 tek içtin hayvan. bir de "kalkalım mı" mı diyorsun. E siktir git. ben bunları içimden söylediğimi farkettim ve ona döndüm. sen git ben sonra kalkıcam dedim. o tabiki gitti. ben embesil gibi etrafa bakıyordum. ha güya arkadan koşacak bana sarılacaktı. nah! ulan salak kızım benim kabak çiçeği dolmam. kalkıp gitsene götün dondu soğuktan zaten. ben bunları düşünüp kendi kendime kızarken. arkadan seslendi. "Aslında söylemek istediğim başka bir şey vardı..." 

Burada Bir Şeyler Oluyormuş Öyle Duyduk.

Uzun zamandır girmek istediğim şu blog olaylarına sonunda cesaret edebildim. Pucca sayesinde, SamiHazinses sayesinde ve dizüstü edebiyatın diğer yazarları sayesinde. Şimdi biz eski Yonja çocukları olarak  (her ne kadar geçmişimizden utansak da - evet ben de o yonjacılardandım- gerçeği saklayamayız.) istediğimiz gibi profil düzenlemeye ne bulduysak eklemeye meraklıyız. Facebookda bile uzun bir süre denedik profilin sana özel olsun, müziğin olsun, oyun olsun buyun olsun. E baktık değiştiremiyoruz birsüre sonra vazgeçtik. Baktım bu bloggerda bi hareketlilik var. bir değşiklik,,, twitter anlık sevgili gibi ne aklına gelirse o.. facebook yıllık sevgili gibi 1 sene içinde eski fotoğraflar rafa kaldırılıyor. blogger nişanlı gibi bırakılamıyor. bakalım bu blogger da ben neler bulacağım. :) kabak cicegi dolmasi gibi acabilecekmiyim :)


Bu da Kabak çiçeği ve arısı :) herkeseee tatlı günler :)